Tepedelenliyi Hayale Daldıran Yanya
Acaba Tepedelenli Ali Paşa’nın aklını karıştıran; Yanya’yı kucaklayan Meçkeli Gölü’nün tatlı akşam rüzgârlarında oynaşan serin suları ve yemyeşil Yanya sırtlarına gurup vakti yansıyan bakır renk miydi?
1820’de Yanya Valisi iken “Âl-i Osman Bab-ı Âli’de Hükümet ise ben de Yanya’nın Aslanıyım” diyerek yeni bir hanedan rüyası ile kıyam ettiğinde bu maceranın sonunun çok acı olacağını nereden bilebilirdi? O günden bu yana Yanya’da bir Tepedelenli hikâyesi anlatılır olacaktı.
Ben de dâhil olmak üzere ailemin 3 kuşağının yetiştiği, başta Sultan Abdülmecit ve bazı Osmanlı Devlet ricalinin mensup olduğu Fatih Çarşamba’da bulunan Yanyalı İsmet Efendi Dergâhı’nın banisi ve bana da ismi verilen bu zatın doğduğu ve yetiştiği Yanya’yı ziyaret 20 yıldan bu yana Balkan turlarımızda bir türlü nasip olmamıştı.
Haluk Dursun hocamız ve Bülent Katkak Beylerin Heyet-i Şehriyari olarak her sene gerçekleştirdikleri “Balkan Coğrafyası, Tarih Mirası İnceleme, Yoklama ve Kollama” seferlerinden geçen yılki Temmuz seferi için Bülent Bey bana, “Sefer görev emri”ni tebliğ edince bu sene bu hayalimin gerçekleşeceği haberi beni çok mutlu edecekti.
Bülent Bey serdümen, Haluk hocamız ana navigasyon ben de arka koltukta mutad olan “Her işe yararım ağabey” pozisyonunda son varış noktası Arnavutluk’ta Ergiri Şehri olan seferimiz için İpsala’dan Yunanistan’a selametlendik.
20 fiili sürüş saati ve 1 gece Selanik konaklamalı Dedeağaç, İskeçe, Kavala, Drama, Serez, Yenice-i Vardar hattındaki güzergâhımızda tarihi mirasımızın son ahvaline muttali olduktan sonra kuzeybatıya dümen kırarak Epiri bölgesine intikal ile bir gurup vakti vasıl olduk Yanya’ya.
Otelimize yerleşip, göl kenarına doğru indikçe sağ tarafımızda yükselen Yanya Surları ve kapıları ile yol üzerindeki yeni canlanmaya başlayan balık restoranları ve kafelerde akşam frappelerini yudumlayan ahali ve de ilaveten gölden karaya esmeye başlayan tatlı rüzgârın kompozisyonu bizleri sermest edecekti.
Asırlar boyu nesillere irfan ışığı olmuş Osmanlı döneminden kalan kütüphane şimdilerde bir hüzün içinde tarihe bekçilik yapıyor.
Surlar üzerinde hala kitabesi mevcut bir kapıdan içeri girince ara sokaklarından iç kaleye doğru yürürken tatlı bir kafa karışıklığı içine düşerseniz Yanya’da. “Eski Muğla mıdır, Bursa’nın Heykel tarafı eski mahalleleri midir, Antalya Kaleiçi midir?” diye kafanızda kilometreleri yok ediverirsiniz.
Hep aynı ruh ve estetik lezzet…
Yanya’ya hâkim iki tepeden ilki üzerindeki Fetih Camii ve Tepedelenli Ali Paşa’nın konağına gelince ilk olarak gözünüze çarpan demir doğramalı bir mezar, sizi acıklı bir geçmişe götürüyor. Siyasi ihtirasın başından ayırdığı beden burada. Baş ise isyan sonrası İstanbul’a götürülmüş.
Fetih Camii ve kale içindeki diğer cami Arslan Paşa’nın minareleri Yunanistan’da alıştığımız Tehlikesi kendinden menkul” deprem riski gerekçesi ile yıkım akıbetine uğramamış, hala ayakta. Konak restore edilmiş. Bahçede zaman zaman festivaller düzenleniyor.
Cami restore edilmiş, mihrap ve minber yerinde ama Etnografya Müzesi olarak kullanılıyor Yalnız içeride sergilenen şehirde yaşamış etnisitenin kullandıkları eşyalar arasında Yahudi azınlıktan kalan Nikâh Akitleri, Tevrat’tan Dua Ruloları ve diğer Tevrat nüshaları dikkatimizi çekiyor.
Caminin arkasındaki ihata duvarı üzerinde güneş saatinin bulunduğu noktadan muhteşem göl manzarası ve yeşil atkısını boynuna almış tepeler gurup vaktinin ışıkları altında gönüllere ve gözlere şifa sunuyor.
Akşam vakti kale içinden Osmanlı mirası ulu çınarlar ile süslü sahile indiğimizde tatlı bir akşam esintisi ile sahili okşayan dalga sesleri arasında şen şakrak, ülkelerinin içinde bulunduğu ekonomik krizi aldırmayan Yunanların piyasa yürüyüşleri manzarayı tamamlıyordu. Kale kapısı karşısında ihtiyar bir balıkçının işlettiği bir balıkçıda mevsimdir deyip, Selanik’te Yağkapanı semtinde yaptığımız gibi ızgara sardalya faslı akşamın hoş bir mütemmimi olacaktı.
Şehrin içinde akşamlık yükünü almış kafelerden yükselen sıcak sohbetler arasından geçerek otelimize dönerken kısa da olsa Yanya maceramız gönül kubbemizde hoş bir seda olarak kalmıştı.
Yazar: Mustafa İsmet Saraç
Fotoğraf: Dr. Bülent Katkak