Fetih öncesi şehrin Marmara Surları’nın başlangıç noktası kabul edilen Sarayburnu’nda, Saint Demetrius Kapısı yakınında üzeri dendanlı bir burç bulunmaktadır. Buondelmonti gravürlerinin bazılarında bir bazılarında ise iki burç ve ortalarındaki giriş kapısı net olarak görülmektedir.
Buondelmonti’nin çizimi esas alınarak en geç 1490 tarihinde yapılmış olduğu düşünülen Düsseldorf nüshasında ise bölgede üzerinde sivri bir külah bulunan Sarayburnu Kulesi ile surun hemen içinde yer alan Saint Demetrius Kilisesi yer almaktadır. Bu çizimin farklı bir noktası ise sahil boyunca yerleştirilmiş toplardır. Hartmann Schedel’in gravüründe ise Sarayburnu’nda yer alan iki burç ile onların ortasındaki büyük kapı görülmektedir. Burçların üzerinde, ortalarında büyükçe birer haçın bulunduğu armalar ile giriş kapısının üzerinde iki arma bulunmaktadır.
Marmara Denizi’ne doğru yer alan ikinci burcun üzerine bağlanmış zincirin yazılı belgelerden esinlenerek, Schedel tarafından bir dönem Kız Kulesi ile İstanbul arasında bulunduğu söylenen zinciri belirtmek amacıyla çizilmiş olduğunu düşünmekteyiz. Feridun Dirimtekin iki burcun ortasında yer alan bu kapıyı Topkapı / Aya Barbara Kapısı olarak belirtmekte ve gerek Top Kapısı gerekse bunların yakınlarındaki burçların, Sultan Abdülaziz (1861-1876) döneminde demiryolu inşaatı sırasında yıkıldığını söylemektedir. İstanbul’un Bizans dönemi yapılarını gösteren çok sayıdaki haritada Aziz Barbara Kapısı olarak belirtilen bu kapının, Sarayburnu’nun Marmara yönünde olduğu ve deniz surlarının başlangıç noktası olarak kabul edildiği görülmektedir. Bu bölgede, Akropolis’in sahil kesiminde erken tarihlerde Aya Barbara gibi kiliseler inşa edildiği, söz konusu kilisenin Aziz Demetrius Kilisesi ile özdeş olabileceğine dikkat çekilmektedir. Bu nedenle söz konusu kapının çeşitli yayınlarda Aya Barbara, Hagia Demetrius, Doğu Kapısı ve Adalar Kapısı isimleriyle anıldığını görmekteyiz.
Muhtemelen 1500’lü yılların başında çizildiğini düşündüğümüz Vavassore gravüründe Sarayburnu bölgesinde bazılarının üzeri külahla örtülü burçlar ile bazı gravürlerde ismiyle belirtilen Saint Demetrius Kilisesi görülmektedir. 1537 tarihli Matrakçı Nasuh çiziminde ise Sarayburnu bölgesinde üzeri kurşun külahlı iki burç ile onların ortasında bir kapı bulunmaktadır.
Seyyid Lokmân, Sultan I. Selim’in (1512-1520) Top Kapısı önündeki sahilde yaptırdığı bir yalıdan bahseder. Yavuz Selim’in Mısır’dan gönderilen mermer kolonlar ile süslediği bu yapı saray harcamaları ile görevli olan Abdüsselâm adında bir kişinin nezaretinde inşa edilmiştir. İstanbul planında Sarayburnu bölgesinde sur dışında kırma çatılı küçük bir yapı olarak belirtilen bu yapı, Molla Tiflisî’nin çizdiği üçüncü avlu ve çevre yapıları yansıtan minyatüründe çok daha net olarak görülmektedir. Sarayburnu’nda yer alan iki burcun Haliç yönünde inşa edilen kasrın cephesi beş açıklıklı olup, kırma çatısı kurşun kaplıdır. Kasırdan, Haliç’e doğru dört açıklıklı üzeri kiremit kaplı, topları muhafaza için yapılmış olan bir yapı, Marmara’ya doğru ise benzer nitelikte üç yapı ile kıyının sağına soluna dağılmış çok sayıda top bulunmaktadır.
XVI. yüzyıl tarihçilerinden Lütfî Paşa, köşkün Kanûnî Sultan Süleyman döneminde tamamlandığından söz ederse de Seyit Lokmân bu kasrın, 1519 tarihinde tamamlandığını söylemektedir. Osmanlı kaynakları bu yapıdan genellikle “Sultan Selim Han Köşki” ya da “Kasr-ı Sultan Selim Han der kurb-i bab-ı top” olarak bahseder. Mermer Köşk’ün esas ilgi çekici tarafı içinde bulunan resimlerdir. Hoca Sadeddin Efendi bu resimlerle ilgili olarak Yavuz Selim’in inşaat devam ederken, bahçeye inip yapıyı seyretmeye başladığını belirtir. Bu sırada nakkaşlar kendilerine tarif edildiği şekilde Fatih Sultan Mehmed’in resmini yapmakla meşguldürler ama yaptıkları resim Sultan’a benzememektedir. Sadeddin Efendi’nin bu sözleri köşkün duvarlarında tarihi sahnelere yer verildiğini düşündürür.
Yavuz Sultan Selim babasının aksine resim ve heykele karşı olmayıp, figürlü resimleri sevdiği bilinmektedir. 1 Eylül 1555 tarihli mektubunda Busbecq; “Sultanın köşklerinden birçoğunu gezmek için müsaade verdiler. Bunlar zevk ve safa yerleridir. Bunlardan birinin kapısı üzerinde Selim’in İran Hükümdarı İsmail’e karşı meşhur muharebesinin mozaikle yapılmış pek canlı bir resmini gördüm.” diye söz eder. Aynı nitelikte bir açıklama da 1587 tarihinde benzer bir yapıyı gezen Lubenau tarafından yapılır.
Tek katlı kasrın etrafındaki alanın kırmızı boyalı kafeslerle çevrilerek gözlerden uzak tutulduğu, zaman zaman bu aşı boyalarının yenilendiği kayıtlıdır. 1531 yılında İstanbul’da bulunan Venedik Elçiliği Sekreteri Francesco della Valle, Mermer Köşk’ün ihtişamına hayran kalarak “Bu burnun üstünde Süleyman’ın, oyalanmak için sık sık geldiği, olağanüstü bir ustalıkla parlayan sütunlar üzerinde yükselen, tam anlamıyla güzel bir locası olan sarayı vardır ve bu loca onun devletine layık bir ihtişam ve görkemdedir.” demektedir. 1544-1547 yılları arasında İstanbul’da ikamet eden Petrus Gyllius, Top Kapısı önünde bulunan yapıdan da söz eder; “Sadece Saray binaları değildir bu güzel manzaradan yararlanan. Tepenin çeşitli eğime sahip yamaçlarındaki bahçeler de güzel görünümlere açılır ve eğer Sultan denize daha yakından bakmak isterse bunun için, Boğaz’ı ikiye böldüğünü söylediğim denize doğru çıkıntılı noktada, en güzel manzarayı kucaklayan revağı parıldar mermer sütunlarıyla. Burada, aynı zamanda, yazın her gün tatlı bir rüzgâr eser, her taraftan kuşatan dallarla ağ gibi örülü kafes, Sultanı kimse görmeyecek şekilde saklar; böylece o, Gyges (yüzüğü kendisine görünmezlik gücü veren efsanevi Lidya Kralı) gibi, denizde seyreden gemilerdeki insanları görebilir, yüzlerini fark edebilir. Köle ve hizmetkârlarından sıkıldığında, sadece küreklerle değil, sırıklarla da kıyı setlerine asılıp, Rhône’dan daha hızlı akan Boğaz’ın hızını kesmeye çalışanların gülünç şakalarıyla eğlenebilir.”
1559 yılında büyük bir İstanbul panoraması çizen Melchior Lorichs de bu iki burcu özellikle vurgular. Dairesel bir forma sahip olduğu hissini veren burçların üstünde kurşun kaplı külahlar bulunmaktadır. Ön plandaki burcun gerisinde tek katlı kolonatlı bir yapı seçilmektedir. Bir bölümünü burcun örttüğü bu bina, Kanûnî Sultan Süleyman döneminde kullanıldığı belirtilen yapı olmalıdır. Ancak görülen yapının konumuyla Hünernâme’de gördüğümüz konum arasında fark vardır. XVI. yüzyılın sonlarına doğru bu kez Wilhelm Dilich tarafından yapılan İstanbul panoramasında görülen bu yapı ve panoramayı açıklayıcı metinde de birbirine benzer ifadeler mevcuttur; “Sultan Selim, ara sıra eğlenmek ve her yerden gelen gemileri izleyebilmek için [Top] kapı yanında bir mermer bina yaptırmıştı.” 1607 tarihinde İstanbul’da bulunan Thomas Gainsford bu köşkü “Baştan sona sedef, yakut, opal ve zümrüt kakmalı zarif orantılarla birleştirilmiş, ince metal levhalarla kaplanmış, küçük ama zengin bir oda, yani narin bir şölen evi” olarak betimlemektedir. 1631 yılında İstanbul’a gelip bir yıl kadar şehirde kalan Jean-Baptiste Tavernier, Sarayburnu’nda çok sayıda top bulunduğunu ve bunların yanında saraydan gelen suyun aktığı bir çeşmenin yer aldığından bahseder; “Çeşmenin yakınında, denize açılan ve seferden dönen donanmayı seyretmek ve gezinti yaparak ya da balık avlayarak eğlenmek isteyen padişahın geldiği, oldukça güzel bir mekân görünüyor.” Merian Matthaus’un 1638 tarihli İstanbul panoramasında, Sarayburnu civarında sur dışında herhangi bir yapı görülmemektedir.
Buna karşın surların hemen gerisinde kubbeli iki yapı seçilmektedir. 1670-1672 tarihleri arasında İstanbul’da bulunan Josephus Grelot, bir fırsat bulup gördüğü bölgedeki yapıları şu sözlerle anlatır; “Sarayburnu’nun ve çoğu geminin su ikmali yaptığı küçük çeşmeyi geçtikten sonra; Kanuni Sultan Süleyman’ın, bugünkünden çok daha düzenli ve çok sayıda gemiden oluşan donanmasının limana giriş çıkışını izleme ve cariyelerine izlettirmek amacıyla yaptırdığı iki köşke ya da pavyona yaklaşılır. Köşklerden ilki çok sayıdaki cariyelere aittir; diğerinden daha yüksekte bulunur ve buraya, kimseye görünmeden Saray’ın içinden geçilir. Uzunlamasına inşa edilmiş, kemerlerle süslü üç odadan oluşur. Küçük halvetgâhlar şeklinde düzenlenmiş odalar, birçok küçük yaldızlı kubbeyle bezenmiştir. Her yer kerevet minderler, yani şilteler ve yastıklarla, değerli halılarla, zengin işlemeler ve resimlerle kaplı bürümcüklerle süslüdür. Ancak bu köşkün süslemeleri, öteki köşkün büyük salonundakilerle asla karşılaştırılamaz.
Dünyada eşi bulunmaz mermerleri, sütunları, yapay fıskiyeleri, değerli halıları, etrafını kuşatan galerileri; dışarının tüm çevreye egemen nefis manzarası, içerinin oymalı ve yaldızlı ahşap kaplamalarıyla, bu köşk büyüleyici bir yerdir.” Grelot tarif ettiği bu yapıların bir de yakın plan görünüşünü çizer. Kurşun kaplı sivri külahları olan iki kulenin arasındaki sur duvarı üstünde ve Marmara’ya doğru devamında anlaşıldığı kadarıyla iki yapıdan çok daha fazla kapalı mekân bulunmaktadır. Sağa doğru, zemin kat ön cephesinde beş açıklık bulunan iki katlı yapının zemin katı acaba Yavuz Sultan Selim döneminde inşa edilen yapıdan geriye kalan bölüm müdür?
1662-1684 tarihleri arasında İstanbul’u anlatan Eremya Çelebi; “Dördüncü kapı, Top Kapı’dır. Burada bir çeşme ve dırehtistan (ağaçlık) vardır. Kapının yanında, padişaha mahsus ahşap bir kâh (köşk) deniz kıyısında padişah için bir merdiven vardır… Kapının iki yanında, kâmilen mermerden mamûl iki burç vardır; kapıda da büyük bir kaplumbağa kabuğu ve eğri olarak, iki insan boyunda bir de amud-u fikarî (omurga) asılmıştır. Burçların üzerinde, banilerinin adları yazılıdır. Grekçe olarak, başarıcı Büyük Theophilos’un adı okunmaktadır.”diye bahseder. Kısa bir süre sonra Cornelius de Byrun, 1678-1680 tarihleri arasında İstanbul panoraması çizer. Bu panoramada Sarayburnu’nda tek katlı, kırma çatılı bir yapı ile sivri çatılı bir burç görülmektedir. Anlaşılan Yavuz Sultan Selim döneminde yapılan Mermer Köşk artık yoktur ve yerine Eremya Çelebi’nin bahsettiği ahşap yapı yapılmıştır.
Hemen hemen aynı tarihlerde Francesco Scarella (1686) tarafından çizilen İstanbul panoramasında, kurşun kaplı külahları olan iki burcun hemen sağında, ön cephesinde altı, yan cephelerinde üç açıklık olan, tek katlı ve dört eğimli kurşun kaplı çatısıyla bu yapı net bir şekilde görülmektedir. Söz konusu yapının çevresinde yer aldığı söylenen kafesler de belli olmaktadır.
Cornelius de Byrun’un çizdiği İstanbul panoramasında yuvarlak planlı iki burç ile burada yer alan küçük bir bahçenin varlığını sürdürdüğü, buna karşın Mermer Köşk’ün artık olmadığı görülmektedir. 1710 tarihli Cornelius Loos panoramasında, çizimden anlaşıldığı kadarıyla Sarayburnu’nda çokgen planlı, uzun kurşun külahlı, çok katlı iki burç ile onların hemen önünde alçak bir bodrum kat üzerine kurulu, üzerinde “Sultan Selim Köşkü” yazılı bir yapı seçilmektedir. Cornelius Loos tarafından çizilen bir diğer panoramada ise bu kez burçlar yuvarlak olarak gösterilmiş ve onların önünde tek katlı küçük bir yapı olduğu belirtilmiştir.
Divân-ı Hümâyun Kâtibi Subhi Mehmed Efendi’nin kaleme aldığı H. 1148/1735-1736 senesi vukuatı içinde Top Kapı Sâhilsarây-ı Hümayunu’nun inşaatının tamamlandığından söz edilir. Antoine de Favray’ın 1762-1771 yılları arasında yaptığı yağlı boya İstanbul panoramasında Sarayburnu çevresinde görülen yoğun yapılaşma bu sarayın görüntüsüdür. Benzer bir görüntü de Louis-François Cassas tarafından 1784 tarihinde yapılan yağlı boya tabloda karşımıza çıkmaktadır. Kısa bir süre sonra Choiseul-Gouffier’in, 1784-1791 yılları arasında çizdiği İstanbul panoramasında da bu yapılar görülmektedir. 1800’lü yılların başında Ğugas İnciciyan (1758-1833); “Sultan Mahmud (I.) kızlar ağasının namına sahilde, Top Kapısı tarafında Boğaz’a nazır geniş bir bina yaptırmıştır. Padişah, ilkbaharda, yazlığa çıkmadan önce ve bazen de yazlıktan dönüşünde birkaç gün orada oturur. Bu binada 60’tan fazla güzel oda vardır. Top Kapısı adını taşıyan sarayın yanında 1797 senesinde Avrupa tarzında ve yüksek pencereli güzel bir mermer köşk yapılmıştır.” açıklamasını yapmaktadır. İnciciyan’ın bu açıklamasında bahsettiği gibi Sultan’ın kızlar ağası için böylesi bir bina yaptırması düşünülemez, muhtemelen binanın yapım masrafını ya kızlar ağası karşılamış ya da burası harem binasıdır.
Sarkis Sarraf Hovhannesyan, (1740-1805) bu konuda çok daha açıklayıcı bilgi verir; “Top Kapısı adını taşıyan dördüncü kapının yanında bir çeşme bulunur. Evvelce burada ahşap bir köşk vardı. Şehrin bu ucu, doğudan Üsküdar’a kuzeyden de Karadeniz Boğazı’na nazır bir burundur.
Top Kapısı’nın iki yanında iki tane mermer kule mevcut olup, kapının üst eşiğinde de muazzam bir kaplumbağa kabuğu ve dev bir balığın iki insan boyu uzunluğundaki iskeleti asılıdır. İki kulenin de üzerinde Rumca yazılar vardır. Saray surlarının bir köşe oluşturduğu bu noktada Sultan I. Mahmud (1730-1754) oğlu Sultan II. Mustafa (III. Mustafa olacak) için H. 1152/1739-40 senesinde mermer sütunlar üzerine oturtulmuş güzel bir yapı inşa ettirmiştir.
Bilindiği üzere, H. 1116/1704-05 senesinde Murina denilen bir tatlı su balığı Karadeniz’e girerek yolunu şaşırır ve deniz yoluyla İstanbul’a gelir. Sarayın Yalı Köşkü’nün karşısında kendini karaya atar.
Sultan III. Ahmed onu tartmak ister. Bunun üzerine balığın bin 600 okka ağırlığında olduğu anlaşılır. Balığın önemli kemikleri hatıra olarak bugüne kadar zincirlere asılı durmaktadır. Bu balığın kemikleri hakkında Türk müellifleri de böyle yazarlar. Fakat Eremya Çelebi Kömürciyan 24 yıl önce tamamladığı kitabında bu Murina balığı için şöyle yazmaktadır: “Ve kapıda iki insan boyunda büyük eğri bir iskelet asılıdır.”
Eremya Çelebi’nin 1695 yılında öldüğü göz önüne alındığında Hovhannesyan ve İnciciyan’ın aktarımlarında bazı hatalar olduğu görülmektedir. Eremya Çelebi Sultan III. Ahmed’in (1703-1730) saltanatından sekiz sene önce ölür ve balık iskeletinin kapının üzerinde asılı bulunduğunu anlatır. Söz konusu balığın III. Ahmed döneminde karaya vurduğu bir söylenceden ibaret olup, bu olay çok daha önceleri gerçekleşmiş olmalıdır. Hovhannesyan; “Eskiden burada bir ahşap köşk vardı.” demektedir. Hâlbuki bizim bildiğimiz; burada Yavuz Sultan Selim döneminde inşa edilen bir Mermer Kasır olduğudur. Anlaşılan zaman içinde harap olan bu kasır yıkılmış ve yerine ahşap bir köşk yapılmıştır.
Sultan I. Mahmud ise bu yapıyı ortadan kaldırır ve yeni bir yapı yapılmasına vesile olur. XVIII. Yüzyılın sonlarına doğru bu kez Sultan III. Selim döneminde bölgede yeni bir sahilsaray yapımına başlanır. Kauffer’in hazırladığı haritada Sultan I. Mahmud tarafından yaptırılan Mermer Köşk, iki yanında, iki kulenin bulunduğu Top Kapısı ve Marmara’ya doğru ortasında büyük iç bahçenin bulunduğu yapılar görülmektedir. Mermer Köşk’ün arka tarafında yer alan yapıların sultanın kullanımına tahsis edildiği anlaşılmaktadır. Surların dışında hem Haliç yönünde hem de Marmara yönünde çok sayıda top yer almaktadır. Melling’in Kız Kulesi’nden çizdiği bir İstanbul görünümünde bu yapıları net olarak belirtir. Melling Ağustos 1819 tarihinde Paris’te yayımladığı “Voyage pittoresque de Constantinople et des rives du Bosphore/İstanbul ve Boğaz Kıyılarına Pitoresk Seyahat” isimli kitabında yer verdiği bir gravürün orijinal kara kalem çiziminde Sultan I. Mahmud döneminde yapılan yapılar çok daha net bir şekilde görülmektedir. 1801 tarihinde çizildiğini bildiğimiz Henry Aston Baker panoramasında da bu yapılar açıklıkla belirtilmiştir.
1807 yılı kış aylarında İngiliz donanması Marmara Denizi’ne girerek İstanbul’u tehdit eder. Bu sırada özellikle İstanbul’un sahil surlarının dışına ve Sarayburnu bölgesine toplar yerleştirilir. Sultan III. Selim ile dönemin Fransız Elçisi General Horace Sebastiani ile İngiliz çıkartmasına karşı alınan tedbirleri denetlemek için Sarayburnu’nda görüştükleri anı yansıtan ve Melling’in çizimi olduğu söylenen bir tabloda, Top Kapı Sahilsarayı ve çevresindeki yapılar net olarak görülmektedir. Çokgen planlı olduğu anlaşılan iki kule, kurşun kaplı, uzun sivri külahları, aralarında yer alan giriş kapısı ve onun üzerinde bulunan üç açıklı ahşap yapı… Resmin en sağında görülmekte olan ve zemin katı narin sütunlar üzerine oturtulan, yuvarlak kemerli, üst katında dışa doğru açılan tentelerin görüldüğü iki katlı bir köşk.
Top Kapı çevresinde en büyük yapılar topluluğu, Sultan II. Mahmud döneminde inşa edilir. H. 1233/1817-1818 yılında burada bulunan iki kulenin yıkımıyla elde edilen araziye de yayılan bu büyük yapının oldukça detaylı bir planı günümüze ulaşır. François Kauffer tarafından 1779 yılında yapılan ve 1789 yılında revize edilen İstanbul ve Boğaziçi Haritası’nda, Melling’in 1819 tarihli kitabında bulunan bir kopyasında Top Kapı Sahilsarayı’nın detaylı çizimi bulunmaktadır.
Top Kapı arkasında yer alan bölgede küçük avlular çevresinde oluşturulmuş bir grup yapı ile sur dışında Mermer Köşk görülmektedir. Top Kapı’nın Marmara yönünde ise çok büyük bir avlunun dört bir yanını kuşatan ve Yazlık Harem olarak isimlendirilen büyük bir yapı yer almaktadır. Ancak dönemin yazılı belgelerinde Sultan II. Mahmud’un “Moltke Haritası”nda “Yazlık Saray/Sommer Harem” olarak belirtilen bu yapıda ikamet ettiğine dair bir bilgiye rastlanmamıştır. H. 1229/1814 tarihli bir nota göre; “Sultan II. Mahmud tarafından resm olunan Kâbe Örtüsü, Saray-ı Cedîd-i Topkapu denilen mahalde dokutulup tamamlanmıştır.” Aynı yazarın çeşitli kereler dile getirdiği gibi Sultan II. Mahmud yaz aylarını Beşiktaş Sarayı’nda geçirmektedir.
Muhtemelen tahta geçişi sırasında Saray-ı Cedid’te meydana gelen olaylar onu mümkün olduğu kadar bu yapıdan uzak kalmaya sevk etmiştir. Top Kapısı önündeki sahil sarayın yazlık bir yapı olduğu göz önüne alındığında Saray-ı Cedid’in kış aylarında kullanılmaya devam edildiği düşünülebilir. Kauffer’in çizimine benzer görüntülerle, Moltke’nin 1836-1837 tarihli “İstanbul Haritası”nda, ve 1845 tarihli “Mühendishane-i Hümayun Haritası”nda da karşılaşılmaktadır.
Sultan II. Mahmud tarafından XIX. yüzyılın başlarında tümüyle yenilenen Top Kapı Sahilsarayı’nın detaylı bir çizimi de Kırım Savaşı sırasında, 1855 tarihinde Montagu B. Dunn’ın çizdiği Sarayburnu’ndan Adalar’a kadar geniş bir açıyı kapsayan panoramada görülmektedir. Yazılı kaynakların da belirttiği gibi yüzyıllardır varlıklarını koruyan iki burç artık yoktur.
İki katlı tek bir parça halinde buruna paralel bir yapı Marmara’ya doğru büyük bir alanı kaplamakta ve hemen arkasındaki bir set duvarı üzerine yapılmış yapılar bulunmaktadır. Marmara Surlarının bir bölümünün yıkımı ile elde edilen alanda Harem’in görülmesini engelleyen büyük bir duvar yer almaktadır. Saray yapısı ile deniz arasında oldukça geniş bir düzlük bulunmakta olup, muhtemelen talim yapan askerler ile bir dizi halinde toplar seçilmektedir. Daha erken bir tarihli ancak Sultan II. Mahmud döneminde yapılan sarayı yansıttığını düşündüğümüz bir diğer görsel belge Çengelköy Sadullah Paşa Yalısı duvar resimlerinde karşımıza çıkmaktadır. Üsküdar’dan çizilen bu görünüş ile Dunn’ın çizimi arasında büyük bir benzerlik bulunmaktadır.
Top Kapı Sahilsarayı ile ilgili az sayıda fotoğrafta günümüze ulaşmıştır. Pascal Sebah tarafından, 1862 – 1863 yıllarında veya hemen öncesinde Galata Kulesi’nden çekilen bir kareden, bölgede yer alan yoğun yapıların neredeyse tepenin üzerinde yer alan Saray-ı Hümayun veya Yeni Saray kadar büyük bir alanı kapladığı anlaşılmaktadır. Bir diğer fotoğraf ise Abdullah Kardeşler’in hemen hemen aynı tarihlerde çektiği karedir. Taşlık bölgesinden çekilen bu fotoğrafta yüksekçe bir duvarın gerisinde muhtemelen iki veya üç katlı büyük bir binanın yer aldığı görülmektedir. 12 Ağustos 1863 günü, Sultan Abdülaziz’in saltanatının ilk yıllarında Top Kapı Sahilsarayı tüm eşyası ile yanar ve tarihe karışır. Kısa bir süre sonra bölgeden geçen demiryolu nedeniyle yapılan düzenleme sonrası geriye kalan kalıntılar da tümüyle yok olur. Ancak bundan böyle bir dönem Sara-ı Cedid, Saray-ı Hümayun ve Yeni Saray adlarıyla tanınan ve tepenin üst kotlarında yer alan, ilk yapımına Fatih Sultan Mehmed döneminde başlanan sarayın adı Topkapı Sarayı olarak anılmaya başlanır. Gelecekte bu konu üzerinde çalışacak araştırmacıların Topkapı Sarayı ile Top Kapı Sahilsarayı’nın farklı yapılar olduğunu unutmamaları gerekir.
Fotoğraflar ve Yazı: Dr. M. Sinan Genim