İran’ın bugünkü görüntüsünü aralayıp arkasına nazar ettiğinizde geriye doğru uzanan 3000 yıllık bir tarih, tüm ihtişamı ile arzı endam etmekte. Ortadoğu tarihi ile ilgili taşların yerine oturması için medeniyetler havuzu bu ülkeyi tanımak şart. İran ülkesi, üzerinde bulutlanma emareleri olduğu bu günlerde tanıtım ve kendini anlatmaya yönelik turizm olayına zemin hazırlamak için elindeki imkanları cömertçe sunmaya çalışıyor.
İran’ı bugünden geriye doğru gezmek istersek Tahran’dan başlamak gerek. 15 milyonluk bu şehir keşmekeş halindeki trafiği, canlı ve enerjik günlük yaşamı ile sizi karşılıyor. Elbruz Dağı’nın eteklerine yaslanmış bu şehrin içinde yolların kenarlarındaki kanaletlerden dağdan kaynayan sular akmakta. Şehir karmaşasına rağmen temiz bir görüntü hâkim. Ambargo altında yaşam yeni projelere pek izin vermemekte. Genel bir köhnelik hâkim. Ancak İran eldekini idareli kullanmaya çalışıyor ve eldeki yağ, un ve şekerden helva üretmeye çalışıyor. Caddeler İran bayrağının renklerinde ışıklandırılmış. Hele ülkenin mezhebi gereği bol miktarda kutlanan ehli beytle ilgili günlere rast gelirseniz yollarda ufak çadırlarda ikram edilen süt ve keklerden tatmanız ve akşamları da mahalle aralarındaki dergahlarda yanık sesli gazelhanlardan mersiyeler dinlemeniz mümkün.
Hanımlar aktif olarak yaşama katılıyor. Son dönemlerin toleransı gereği hanımlar başlarını yarım örtebiliyorlar. Ama üste tunik türü bir uzun ceket şart. Etek yaygınlaşmamış. Kamusal alanda ise baş tamamen örtülecek. Genç kızlar ve erkekler belli ölçüler içinde kafelerde toplanıp sohbet edebiliyorlar.
Azadi Meydanı ve Şah’ın Pers Hanedanı’nın 2000. yılı anısına yaptırdığı anıt görülmeye değer. Milli Müze’de Pers Medeniyeti yanı sıra İslami dönemden de görülmeye değer eserler sergilenmekte. Bu müzenin kapısındaki Mü’min Suresi’nin 82. ayeti yazılı. “Yeryüzünde dolaşıp, kendilerinden daha çok, daha kuvvetli, yeryüzünde bıraktıkları eserler daha sağlam olan öncekilerin sonuçlarının nasıl olduğunu görmezler mi? Kazandıkları onlara bir fayda vermemiştir.” mealindeki ayetin mevcudiyeti ve İran’da devrim sonrası tahrip edilmeden korunan Antik Çağ eserleri antropolojiye ve arkeolojiye İran perspektifinden enteresan bir bakışı yansıtıyor ve İran bunları muhafaza yolu ile kültürel zenginliğini turizmin canlanması için dünyaya sunuyor.
Tahran’ın en uzun caddesi Veli Asr’ı Elbruz Dağı’na doğru takip ederseniz sizi Tahran’ın mesire yeri Şamran’a getirir. Kafa dinlemek ve çevrede satılan enva-i çeşit meyve pestillerinden tatmak lazım.
Türk Büyükelçiliğinin karşısında yer alan İran’ın Milli Mücevher Müzesi’nde sergilenen mücevherler gerçekten muhteşem. Zümrüt, yakut, elmas, altın ve pırlanta işlemeli takılar, asalar, silahlar, sürahiler, buhurdanlıklar, Sabık Şah’ın ve Farah Diba’nın tacı ile tören tahtı şaşalı geçmişi hatırlatması açısından ilginç. Tahran’da şahlık döneminden kalma üç adet saray kompleksi var; Gülistan, Sadabat ve Niyeveran Sarayları. Hepsi büyük ve güzel bahçeler içinde. Bugünkü yönetim, imkanlar ölçüsünde korumaya çalışıyor. Sadabad Sarayı’nın içindeki bir köşkün önünde Rıza Şah’ın bronzdan devasa çizme heykelleri köşkü beklerken ironik bir görüntü vermekte.
Ayrıca Yeşil Köşk’ün İran’ın klasik iç dekorasyon stilini yansıtan aynalı mimarisi göz alıcı. Sadabad Saray kompleksinin içinde ayrı bir seksiyonda 60’lı yıllarda dünyayı dolaşan İranlı Omidvar kardeşlerin gezi anıları, resimleri, topladıkları objeler ve dünyayı gezdikleri arabaları sergileniyor. Niyavaran Sarayı’ndaki köşklerden Sahipkaraniyeh Köşkü bizzat Farah Diba tarafından kullanılıyormuş.
Tahran’dan güneye doğru yolculuğumuzda ilk durağımız Tahran’ın banliyösü sayılabilecek bir yerdeki Ayetullah Humeyni’nin türbe kompleksi. Bu görkemli yapı Şia coğrafyasındaki büyük türbe mimari stilini yansıtıyor. Kare şeklinde avlusu, altın sarısı kubbe ve minareleri, kabir kompleksinin dışında yine kare bir avlunun çevresinde sıralanan konaklama, sosyal tesisler ve diğer üniteler ile Harem görüntüsü verilmiş. Zaten İran’da bu tip ziyaret yerlerine Harem-i Mutahhar denme geleneği var. Şia’nın din büyüklerine ve onların kabirlerine tazim anlayışı açısından enteresan manzaralar cereyan ediyor. Ayetullah Humeyni kabir kompleksinin içindeki camekânlı bölümde oğlu Ahmet Humeyni ile birlikte yatıyor. Görülmesi gereken bir yer olarak hafızamızda kalıyor.
İran’daki dini otoritenin ve eğitimin merkezi konumundaki bu şehirdeki en önemli ziyaretgah 12 imamdan sekizincisi İmam Rıza’nın kız kardeşi Hz. Masume’nin türbe/haremi. Çini ve altın sarısı dekorlu kubbe ve çift minarenin altında çini işlemeciliği harikası iç içe geçmiş iki avlu ve içi mozaik türü ayna kaplı ve altında son derece süslü ve görkemli camekânlı ve parmaklıklı bir kabir. Kendinden geçerek kabre sarılanlar ağıt yakanlar, dua edenler… Sadece İran’a has bir görüntü…
İran insanının ağıt geleneği, geçmişi hüzün ve nefretle anma, unutmama ve kalbinde ve gönlünde daima canlı tutarak bu duyguların tesiri altında bakış açısına şekil verme geleneği en iyi bu kabir ziyaretlerinde anlaşılıyor. Müthiş bir sosyolojik olay… Kum’da ayrıca İran’ın bugünkü sisteminin belkemiğini oluşturan dini elitin yani Mollaların eğitim merkezleri oldukça yaygın.
İsfahan için cemal aşıkları “Isfehan nısf-i cihan” yani “Cihanın Yarısı” derlermiş. İsfahan etkileyici bir şehir. İçinden geçen Zayenderud Nehri ve üzerindeki Safevi döneminden kalma 6 tarihi köprüden özellikle Siesopol, Khaju Köprüsü ve Cubi Köprüsü bu dönemin mimarisinin estetik zevkini yansıtıyor. Nehrin kıyıları şehir halkının vazgeçemediği mesire alanları. Köprülerin ayaklarındaki kahvehanelerden Cubi Köprüsü’nde olanı ise batılı gezginler için kaçırılmayacak efsunlu bir şark havası sunuyor. İsfahan’ın caddelerinin her iki yanında özenle dikilmiş ve yolu gölgeleyerek hoş bir görüntü oluşturan ağaçlar uzanıyor. Checel Sütün Sarayı ahşap mimarisi, bakımlı bahçesi ve içinde Çaldıran Savaşını hikaye eden tabloları ile zarif bir mekan. Safavi döneminden Charbag Medresesi büyük çinili kubbesi ile şehrin siluetine görkem katıyor. Ayrıca Heshti Beheşt Parkı ve içindeki çinili kasır da göz alıcı. Nakş-ı Cihan Meydanı’nın dört yanı el işi satan dükkanlarla sarılmış. Buraya nazır ahşap Ali Kapu Sarayı ince mimarisi ile görüntüye renk katıyor. Meydanın karşısındaki İmam Camii’nin iç mimarisi çini ve seramik işçiliği açısından bir mimari harikası. Kapı üzerinde yükselen iki minaresi ve arka plandaki çini kaplı muhteşem kubbesi ile ufka muhteşem bir görüntü çiziyor.
Yine meydanın bir diğer kenarındaki Lütfullah Camii’nin minaresiz olma özelliği ile hanımlar için inşa edildiği söyleniyor. Meydandaki tatlıcı dükkânlarında kağıt helva arasına konarak verilen safranlı dondurma muhteşem bir lezzet. Mutlaka tadılmalı. İsfahan’da Abdullah Garledani’nin türbesini unutmamak gerek. Bu türbenin cümle kapısı üzerinde iki ufak minare var. Bunlardan birisine her yarım saatte bir görevli çıkıyor ve içeriden başlıyor sallamaya. Minare kaidesinden sallandıkça diğer minare de sallanıyor ve ziyaretçilere sonradan icat bir görsel şov sunuluyor. Bundan dolayı bu minarelere titreyen minareler adı veriliyor.
Şehrin kavşaklarından birisinde 15-20 m yüksekliğinde güvercin kulesi denilen kerpiçten yapılmış bir sütün var. Bunun üzerinde çok gözlü bir güvercin yuvası var. Şehrin haberci güvercinleri eskiden burada beslenirmiş.
İsfahan’daki bir ilginç mekân da Vank Ermeni katedrali. Buranın dikkat çeken yeri katedralin kendisi değil ama yanındaki müzede sözde Ermeni soykırımı iddiaları için özel bir yer ayrılmış. Türkiye haritası üzerinde sönük durumdaki kırmızı ışıklar sözde soykırıma uğratılıp Ermeni nüfusun yok edildiği şehirler yanan vaziyetteki ışıklar ise Ermeni nüfusun yaşadığı şehirleri temsil ediyor.
İsfahan ile Şiraz arasındaki Pasargad’da Pers İmparatorluğu’nun ilk kurucusu olan Büyük Syrus’un dev bir lahit görüntüsündeki mozolesi ve sarayının kalıntıları bulunmakta. Syrus için bazı kaynaklarda Kuran’da adı geçen ve Hz. İbrahim zamanında yaşamış, Ye’cüc ile Mec’üc’ü büyük duvarın arkasına hapseden Zülkarneyn olduğuna dair rivayetler varmış. Araştırmalarımızda Syrus’un ateşe tapmaması ve döneminde yaratıcı bir ilah anlayışının mevcudiyeti bu konu hakkında derin bir ilgi uyandırıyor.
Şiraz, İran’ın olduğu kadar bizim edebiyatımızda da yer eden ve gönül telimizi titreten büyük şairler Hafız ve Sadi’nin şehri. Sanki şehrin her yanına bu iki şairin mistisizmi sinmiş. Şehre bereketler getirmesi temennisi ile eskiden beri “Kuran Kapısı” denen bir kemerin içinden geçilerek giriliyor. Bu kapının yakınında mutasavvıf Hoca Kirmani’nin kabri ve çilehanesi var. 13. yüzyılın ünlü şairi Bostan ve Gülistan’ın mimarı Sadi’nin turkuaz çinili türbesi fondan verilen İranlı ünlü gazelhanlarının okudukları gazel demetleri ve yakınındaki kahvehanenin altındaki su kaynağı ile bir cazibe merkezi.
Hafız ise daha çok ziyaretçi çekmekte. Ziyaretçiler gül bahçesi içinde sütunlar üzerinde yükselen kubbenin altında ve üzerinde kendi şiirlerinden bir demet olan lahdi başında toplanıp, onu şiirleri ile anıyorlar. Türkiye’den gidecek ziyaretçilerin ise Yahya Kemal’in “Hafız’ın Kabri” isimli şiirini okuyarak onu selamlaması mekâna yakışan bir hareket. Şiraz’da ayrıca bugün mesire yeri olarak kullanılan Selçuklu Dönemi’nden kalma İrem Bahçeleri bugün mesire yeri ve Şiraz Üniversitesine bağlı bir botanik bahçesi olarak hizmet veriyor. Yine civardaki Narencistan ve Ziynetülmülk Kasırları da 18. yüzyıl İran mimarisinin inceliğini ve güzelliğini yansıtmakta. Şah Dönemi’nde İmam Rıza’nın kardeşi adına Şah-ı Çerağ Türbesi de ziyaretçi akınına uğrayan mekanlardan. Şiraz’ın ortasındaki abidevi eserlerden 18. yüzyılda Zend Hanedanı’ndan Kerim Han’ın yaptırdığı kale – saray şehre ayrı bir asalet katmakta.
Görkemli geçmişi fısıldayan Persepolis… Şiraz’a 45 dakika mesafede olan Persepolis’de Antik İran’ın kimliğine damga vuran Pers Medeniyeti’nin şu andaki kalıntıları bile görkemini yansıtıyor. Buranın yapımına M. Ö. 512 yılında Darius tarafından başlanmış. İnşası 200 yıl sürmüş ve burası Pers Hanedanı’nın bahar sarayı olarak düşünülmüş. Sarayın kalıntılarında Pers, Yunan, Mısır, Urartu ve Lidya sanatının izleri var. İnşatta çalışanlara maaş ödenmiş, sigorta yapılmış, emeklilik sistemi getirilmiş; burada çalışıp da hamileliği ilerlemiş kadınlara ücretli izin ve süt yardımı yapılmış.
Sarayın duvarlarındaki kabartma tören resimleri, hediye sunma sahneleri ve buradaki ince sanat insanı hayrete düşürüyor. En önemlisi ise hediye sunma sahnelerinde bulunan ve Pers İmparatorluğu’nun geniş coğrafyası içindeki milletlerin temsilcilerinin tipleri ve ırksal özellikleri bu kabartma duvar resimlerinde çok ayrıntılı bir şekilde işlenmiş. Ayrıca inandıkları yaratıcı Ahuramazda ve onun karşısında kötülüğü temsil eden Ehriman’ın sembolleri de sarayda bol miktarda mevcut.
Bu coğrafyanın mutfağında pilav türleri önemli: “Çelov” adı verilen pilav, şekli sade ve çok az yağ ile yapılıyor. Üzeri bir miktar safranla süslenip tereyağı yanında ayrı servis yapılıyor. İstediğiniz kadar yağ katmanız mümkün. Diğeri ise çeşitli sebzelerin karışımı ile yapılan “Pelov”. Ayrıca kebapları bizim Adana ve Urfa türü uzun köfteler şeklinde ve bu pilav ile servis yapılıyor. Et ve etli yemekler ağırlıkta.
Fotoğraflar: Bülent Katkak
Yazar: Mustafa İsmet Saraç