Van merkezine 48 kilometre uzaklıkta, Van’la Tatvan arasındaki bağlantıyı sağlayan karayolu üzerindeki iskeleden ulaşılan Akdamar Adası’nın güneydoğu ucunda alır. Vaspurakan Prensi I. Gagik’le (904 - 938) aynı soydan gelen tarihçi Tomas Artsruni “Astruniler”in Tarihçesi” isimli kitabında soylu hanedanın mimari alanındaki etkin çalışmalarından, inşasına bizzat tanıklık ettiği sayısı saray ve kiliseden sıkça söz eder.
Tarihçede, bu küçük adadaki kentin kuruluşu ayrıntılı olarak anlatılmaktadır. Dikdörtgen bir temel üzerine kurulan sarayda altın yaldızlı kubbeler, görkemli bir dekorasyon ve altın kaplama taht vardır. Akla hayale sığmayacak kadar güzel olan bu sarayın kapıları da çok zarif ve ince işlemelidir. Bu görkemli saraydan günümüze ne yazık ki tek bir iz bile kalmamıştır. Tomas Artsruni, Surp Hatsch Kilisesi, yani Kutsal Haç Kilisesi olarak adlandırdığı kilisenin 915-921 yılları arasında yapıldığına dair kesin bilgiler verir. Yapı malzemesi olarak kullanılan pas rengi kum taşı, prens tarafından Aghznikh'ten (Bugünkü Diyarbakır'ın kuzeydoğusu) getirtilmiştir.
Kilise ile birlikte sarayı tasarlayan mimar, Manuel adında bir keşiştir. Tomas'a göre Manuel öyle bir adamdır ki, bilgisi ve yeteneğiyle kiliseyi mimari alanda bir başyapıt haline getirmeyi başarmıştır. Modern zamanlarda, kiliseyi yerinde inceleyen ilk araştırmacı Walter Ernst Bachmann'dır. Bachmann, Ahtamar Kutsal Haç Kilisesi'nin erken Hristiyanlık dönemine âit çok sayıdaki Ermeni Kilisesi gibi merkezi planlı bir yapı olduğunu belirtir.
Ortada üstü yüksek bir kubbe ile örtülü kare biçimli bir alan merkezi yapıyı oluşturmakta, onun dört bir yanında ise dışa doğru uzanan ve yarım daire şeklinde sonlanan birer mekân bulunmaktadır. Merkezi karenin dört köşesinde ise çeyrek daire şeklinde birer niş eklenmiştir. Doğu yönündeki iki nişten, apsitin iki yanında yer alan ve uzunlamasına birer mekân olan yan odalara geçilmektedir. Muhtemelen ruhban tarafından kullanılan, mukaddes ve kıymetli eşyaların muhafazası için yapılan bu yan odalara hemen hemen benzer tüm kiliselerde rastlanmaktadır. Orijinal yapıda güney, batı ve kuzey nişlerinin içindeki kapılar dışarıya açılmaktadır. Kare formundaki orta mekân, dört ana yöndeki yüksek nişlerin yarım kubbeleri üstüne oturan, içten silindir biçimli, dıştan on altı yüzlü kubbe kasnağı üzerine oturan konik bir kubbe ile örtülmüştür. Kubbenin tepe noktası 20,40 metre yüksekliğindedir. Kubbenin bulunduğu kasnağın kilisenin yatay boyutu ile orantısız yükselişi, Ermeni Kiliselerinin sıkça görülen bir özelliği olup, orta bölümdeki kare mekânın dışarıdan vurgulanmasını sağlamaktadır.
Ana mekânın kuzey yönündeki şapel 1296-1336 tarihleri arasında I. Zacharias adına, batı yönünde yer alan ve günümüzde kiliseye girişi sağlayan kare planlı, dört kolonlu geniş toplantı mekânı ise Mimar Nahapet tarafından 1763 tarihinde inşa edilmiştir. Doğudaki Ermeni Kiliseleri'nin hemen hepsinde bulunan bu toplantı mekânına Ermenice Jamaton veya Jametun adı verilmektedir. Bu mekânların genellikle cenaze sonrası taziye ve zaman zaman yapılan toplantılar için kullanıldığı bilinmektedir. Kilisenin güney girişinde yer alan Çan Kulesi'nin de aynı yıl yaptırıldığı ileri sürülmektedir.
Kilisenin içi tümüyle renkli fresklerle kaplıdır. Büyük bir bölümü bozulan, yapının boş kaldığı zamanlarda çatıdan sızan yağmur ve kar suları nedeniyle dökülen bu freskler, 2005 yılında yapılan onarım çalışmaları sırasında temizlenmiş ve zarar görmeleri önlenmiştir. İncil'de sözü geçen konuları içeren bu freskler renk ve kompozisyon bakımından yapının önemini belirtmektedir.
Eski ve Yeni Ahit'ten esinlenen kompozisyon ve figürler kubbe, güney, kuzey ve batı duvarlarına işlenmiş, doğu duvarında ise aziz figürlerine yer verilmiştir. Figür ve kompozisyonlar arasına çeşitli hayvan resimleri ile bitkisel ve geometrik bezemeler yerleştirilmiştir. Çoğunlukla pastel renklerin kullanıldığı figürlerin üzerindeki kıyafetler dikkat çekici mavi, siyah ve kahverengi kontur çizgileriyle belirtilmiştir. Kilisenin dış duvarları Mazhar Şevket İpşiroğlu'nun belirttiği gibi “Işıkla Canlanan Duvarlar” bir görsel şölen gibidirler. Yapıyı yerden üç metre yüksekliğinde, stilize edilmiş asma yaprakları arasındaki üzüm salkımı dizisinden oluşan bir friz kuşatmaktadır. Söz konusu frizin üzerinde Eski ve Yeni Ahit'ten esinlenen hikâyelerin yer aldığı alçak kabartmalar yer almaktadır. Yer yer duvar yüzeyinden 45 cm kadar kabartılmış figürlerin ayakları yandan, gövde ve yüzleri ise cepheden gösterilmiştir. Erken Hristiyanlık döneminin simgelerinin yer aldığı bir dizi figür içinde; Fırıncı Çırakları, Arslan İnindeki Daniel, Yunus Söylencesi, Davut ile Golyat gibi sahnelere yer verilmiştir. Ayrıca yanlarında isimleri yazılan havariler, peygamberler, azizler, tarihi kişiler, ya tam figür ya da madalyonlar içindeki büstler halinde resmedilmiştir. Yer yer bu figürlerin arasında, tekli ya da ikili hayvan simgeleri görülmektedir. Bu sıranın üzerinde ise tek tek çeşitli hayvan figürleri yer almaktadır. Buzağı, geyik, koçbaşları, maymun, her tür kuş, balık özetle karada, havada ve suda yaşayan her tür canlı. Kilisenin güneyinde yer alan yapıların Tomas'ın sözünü ettiği saray olup olmadığı bilinmemektedir. Ancak daha sonraki dönemlerde bu yapıların manastır ve ruhban okulu olarak kullanıldığı anlaşılmaktadır. Zaman içinde çeşitli onarımlar geçiren kilise, son olarak 2007 yılında onarılmış ve anıt-müze olarak ziyarete açılmıştır. Akdamar Adası'nı ilki 23 Eylül 2018, ikincisi 7 Ağustos 2019 günü olmak üzere iki kere ziyaret ettim. Hemen hemen her yerde ve her koşulda ifade ettiğim gibi gerçekte bizim çok paramız var, paramız var da onu kullanmasını ve bu gibi onarımlar sonrası gelir getirici olarak kullanmayı beceremiyoruz. İlk dikkatimi çeken husus, adaya ulaşmak için yapılan iki iskele ile bu iki iskeleden hareket eden teknelerin adaya yanaşması için adanın iki ayrı noktasında yapılan, iki ayrı yanaşma yeri oldu. Gerek teknelerin hareket noktası, gerekse yanaşma noktalarındaki düzensizliği ve özellikle yaşlı ve engelli insanların çektiği güçlüğü görünce üzülmemek elde değildi.
Neden doğru dürüst bir yanaşma yeri, insanların emniyet içinde inip bineceği bir iskele yapmayı beceremeyenler, iki iskele yapmaya kalkışır anlamak mümkün değil. Yanaşama yerlerinden tepedeki kiliseye ulaşmak ise gerçekten özel bir çaba istiyor. Sert bir taştan, kötü işçilikle yapılan sözde yürüme yollarında, düşmeden ve sakatlanmadan yürümek çok zor. Yapılan merdivenlerin gerek genişlikleri gerekse yükseklikleri birbiri ile uyumlu değil, hâlbuki mimarlık okullarında, yapı bilgisi derslerinde nerede ise bir yıl merdiven okutulur ve merdiven çözümleri öğretilir. Her iki iskeleden de güçlükle çıkılan bu yolun kuzey iskelesinden çıkışının orta bölümlerinde derme çatma bir tuvalet binası bulunuyor. Çevresi birer mezbelelik halinde, ortaya çıkan görüntü utanç verici. Kilisede zaman zaman yapılan ayinler için gelen özellikle yaşlı ve engelli insanların yapıya ve yakın çevresine güçlükle ulaştıklarını acaba konuyla ilgililer görmüyorlar mı? Daha yukarıdaki platformda ise bir satış mağazası ile çay-kahve içilen açık hava dinlenme alanı yapılmış. Bölge için böylesi önemli bir anıt yapıda olması gereken niteliklere sahip olmayan, baştan savma bir gecekondular topluluğu gibi durmaktalar. İlk gidişimizde satış mağazasının arkasına yapılan üstü naylon kaplı mutfak binası ikinci gidişimizde biraz daha iyileştirilmişti. Kilisenin Ermeni tarihi içindeki önemi göz önüne alındığında iç turistin yanı sıra çok sayıda yabancı ziyaretçinin de ağırlandığı görülmektedir. Özellikle Gevaş’a yakın olan birinci iskelenin çevresinde yapılan büyük ebatlı lokanta ziyaretçi sayısının yoğunluğunu göstermesi açısından dikkat çekicidir.
Kilisenin güney bölümüne yapılan çoğu yerde bir metre kalınlığında ve 2-2,50o m yüksekliğinde taş duvarların neden yapıldığını ve neyi ifade ettiğini anlamak mümkün değil. Konuya yakınlığımız itibariyle muhtemelen bu alanda bulunan manastır ve ruhban odalarının temelleri olduğunu düşündüğümüz bu devasa duvarları hangi aklın bu şekilde projelendirdiğini, hangi aklın yapımına onay verdiğini ve hangi aklın bu yapılanı onaylayıp, muhtemelen yüz binlerce liranın anlamsız bir iş için kullanıldığını merak ediyorum. Restorasyonun daha projelendirme aşamasında verilen kararların ne kadar yanlış olduğu, böylesi bir proje sonrası
yapılan sözde restorasyon çalışmalarının ne denli sakıncalar taşıdığı buraya yaptığımız bir toplu gezi sırasında hepimizin dikkatini çekti. Hiç şüphesiz Ahtamar Kilisesi Van ve yakın çevresi için önemli bir cazibe merkezi ve gelir kaynağıdır. Ancak yapılan düzenleme bu gelir kaynağını verimli ve ülkemize yakışır bir düzeyde takdim etmeye ve işletmeye uygun değildir. Bu konuda uzman olan, uzman olmayı bir yana bırakalım konuya ilgi duyan insanların tümü bu yapılan işe hayretle bakmakta ve yapılan yol düzenlemelerinden eziyet çekmektedirler. Van ve çevresi gibi yabancı turistin çok az ilgi gösterdiği bir bölgede, bin yılı aşkın bir geçmişi olan bu anıt yapının onarımının “ben yaptım oldu” felsefesi ile yapılması bu ülkenin bir ferdi olarak beni çok üzüyor. Çok uzun zamandır bu ve benzer yapıların onarımları ve geleceğe intikali için çaba göstermiş bir kişi olarak “yeterli ödenek yok, onun için onarım yapılamıyor” sözlerini çok dinledim. Şimdi ise onarım için yeteri kadar paramız var ama bu kere de bilgimiz yetersiz kalıyor. Bu yapıların gerek projelendirme, gerekse onarımı sırasında ortaya çıkan yanlışları görmüyoruz, göremiyoruz. Ne yazık ki, bütün bu aksaklıkları iş bitip, âlay-ı valâ ile açılışlar yapıldıktan sonra fark edebiliyoruz. Yapılan uygulamaları gördükçe Kültür Bakanlığının bu işleri çağdaş ihtiyaçlara cevap verecek ve geleceğe dönük düzenleyecek kadrolardan yoksun olduğunu düşünmekteyim. Karar vericilerin bilgi seviyeleri ve uygulama deneyimleri yetersiz ve ne yazık ki bunun farkında da değiller.
Bu yazım üzerine, eğer fırsat bulup okurlarsa Kültür Bakanlığı ilgilileri, bu yapının onarım projelerinin danışman üyeler tarafından yönlendirildiğini, ilgili Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu tarafından onaylandığını söyleyeceklerdir. Bütün bu yönlendirme ve onaylardan sonra ortaya çıkan iş budur. Bilmem bilir misiniz bizim bir atasözümüz der ki; “Ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz.”
Bu yazının hazırlanmasında çok erken bir yaşta kaybettiğimiz sevgili dostum Samih Rıfat'ın editörlüğünde dilimize çevrilen rahmetli Hocam Mazhar Şevket İpşiroğlu'nun "Ahtamar Kilisesi-Işıkla Canlanan Duvarlar”, İstanbul, 2003 kitabı ile Walter Ernst Bachmann'ın "Kirchen und Moscheen in Armenien und Kurdistan” Leipzig, 1913 isimli kitaplarından faydalanılmıştır.
Yazar & Fotoğraf: Dr. M. Sinan Genim