Türk Musikisinin Zaro Ağası
İstanbul’un Ermeni cemaatinden yetişen ünlü musikişinas. Aynı zamanda hânende (ses sanatkârı), kilisede dini musiki okuyucusu, sâzende (saz sanatkârı) ve musiki hocası idi. Doğum yılı, bazı kaynaklarda çeşitli tarihler gösterilmiş olmasına rağmen, kendi ifadesine göre 1833 olduğuna ve 1947’de öldüğüne göre 114 yıl yaşamıştı. Çakmakçılar Yokuşu’ndaki meşhur Sünbüllü Han’ın odabaşısı olan Lavtacı Nazaret ile musikişinas Eftik’in evlâtlarıydı.
Musikide ilk derslerini Papaz Kapriyel’den aldı. Dönemin geçerli nota sistemi olan Hamparsum’u öğrendi. Gençliğinde, üçü de Dede Efendi’nin talebeleri olan Zekâi Dede, Mutafzâde Ahmed Efendi ve Yağlıkçızâde’den ders aldı. Dellâlzâde’den de ders gördüğünü, hatta Dede Efendi’yle bile tanıştığını ifade etmişti.
Türk musikisinin “Zaro Ağası” diye anılan Leon Efendi, 75 yıl önce vefat ettiğinde tam 114 yaşındaydı. II. Mahmud, I. Abdülmecid, Abdülaziz, V. Murad, II. Abdülhamid, Sultan Reşat ve Vahideddin olmak üzere tam yedi padişah dönemine ek olarak Cumhuriyet dönemimizin ilk 24 yılını da gördü. Şayet üç yıl daha yaşasaydı Menderes dönemini de görecekti! İleri yaşlarını “Gizli Müslüman” olarak yaşayan Leon Efendi, son nefesini kelime-i şahadet getirerek vermesine rağmen Ermeni mezarlığına gömüldü!
Devrin tıp fakültesi olan Mekteb-i Tıbbiye‘nin son sınıfından ayrılıp sağlık subayı ve eczacı olarak 1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı’na katıldı. Bulgaristan, Romanya ve Mısır’da prens ve şehzâdelerle başka ileri gelenlere musiki öğrettiği, Batı, Çin ve Japon musikileri üzerine de çalıştığı, kendi ifadelerine dayanılarak çeşitli kaynaklarda belirtilmiştir. Hancıyan, uzun yıllar İstanbul’daki Ermeni kiliselerinde başmuganni (en kıdemli dini musiki okuyucusu) olarak görev aldı. Çeşitli okullarda musiki hocalığı yaptı. Musiki hocası olarak alındığı saraydan, II. Abdülhamid döneminde firar ederek gittiği Bulgaristan’da musiki okullarında Türk musikisi öğretti. 1908’de II. Meşrutiyet’in ilânıyla döndüğü İstanbul’da Şark Musiki Cemiyeti’nin başkanı oldu. Türk tiyatrosunun temel kurumu olan Dârülbedâyi ile ilk resmi konservatuvarımız olan ve Cumhuriyet döneminde İstanbul Belediye Konservatuvarı adını alan Dârülelhân’ın kurucuları arasında yer aldı.
Dârülelhân, Dârüttâlim-i Musiki ve Musiki-i Osmâni gibi resmi veya sivil kurumlarda hocalık yaparak çok sayıda musikişinas yetiştirdi. Ud, piyano ve keman çalan ve özel dersler de veren Hancıyan, hâfızasında taşıdığı eserlerin çokluğuyla ünlüydü. Dağarcığındaki eserleri, uzmanlık derecesinde bildiği Hamparsum sistemiyle notaya alarak gelecek zamanlara kalmasını sağladı. 19. yüzyılın sonları ile 20. yüzyılın başlarında yaşamış bestekârların eserleri için en sağlam kaynaklardan biri idi. Özellikle Hacı Ârif Bey’in bilinen eserlerinin büyük bir bölümü için kaynak kişiydi. 1990 yılında hayatta olan son öğrencisi Muharrem Tunçarslan tarafından, bugünkü adı Cumhurbaşkanlığı Klasik Türk Müziği Korosu olan Devlet Korosu’na bağışlanan ve varlığından daha önce haberdar olunmayan defterlerinde, bilinmeyen çok sayıda musiki eseri gün yüzüne çıktı.
Yaşadığı dönemin İstanbul’unda birer musiki okulu gibi faaliyet eden saray ve konaklardaki musiki meclislerinin aranılan bir siması olan Leon Efendi, musikinin büyük isimleri Lemi Atlı, Refik Fersan ve Subhi Ziya Özbekkan’a da hocalık etmişti. Leon Hancıyan’ın, ömrünün sonlarında ihtidâ edip Müslüman olarak ölüşü; ancak Ermeni mezarlığına defnedilişi ile ilgili hazin hikâye, 1990’ların başında hayatta olan son öğrencisi Muharrem Tunçarslan tarafından bu satırların yazarına nakledilmiş ve önce Tercüman gazetesinde yayımlanmış, bu önemli biyografik ayrıntı ileriki yıllarda Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi’nde de kaydedilmişti: Öğrencisi Muharrem Tunçarslan, mutad ders günlerinden birinde, yaşlı hocasının görülecek bir hizmeti varsa ilgilenmek için ders vaktinden biraz daha erkence Bakırköy’deki evine gitmiş, emanetinde bulunan yedek anahtarla kapıyı açıp üst kata çıkan merdivenlere yöneldiğinde duyduğu sesle donup kalmıştı. Çünkü yukarıdan gelen, hocası Leon Efendi’nin sesiydi ve Kur’an okuyordu! Merdivenleri parmaklarının ucuna basarak çıkıp, odanın kapısında, hocasının okuduğu sureyi bitirmesini beklemiş, sonra yeni gelmiş gibi kapıyı tıklatarak içeri girmişti. Leon Efendi, endişeli bir yüzle bir müddet suskun kaldıktan sonra, “İşittin değil mi?” diye sormuş, Muharrem Bey ‘evet’ diye cevaplamıştı. Hoca, talebesini yanına oturtacak ve “Bak evlâdım, ben epeydir Müslümanım, fakat gizli tutuyorum. Zira bizim cemaat kıyameti koparır, şu son günlerimi zehir ederler. Ben emaneti teslim edene kadar bu sırrı sana tevdi ediyorum. Sonrası sana kalmış.” diyecekti.
Hoca, ilerleyen günlerde ileri derecede rahatsızlanmış ve son günlerini geçireceği Bakırköy Ruh ve Sinir Hastanesi’ne yatırılmıştı. Hoca ile ilgilenen tek kişi olan Muharrem Bey, 1947 yılının Temmuz ayında bir sabah, hastaneden çekilen bir telgraf aldı. Telgrafta Leon Efendi’nin vefat ettiği bildiriliyordu. Hemen hastaneye giden Muharrem Bey, hocasının odasına girdiğinde, yatağın başucunda hastanenin başhekimi ve aynı zamanda bir bestekâr olan Halil Neşet Öztan, başhemşire ve birkaç görevlinin olduğunu gördü. Başhekim Halil Neşet Bey Muharrem Bey’e, “Evlâdım, üstadın hiç kimsesi olmadığı için hep sen ilgilendin madem, şimdi kiliseye gidip haber vermeni istiyorum. Gelip, usullerince ne gerekiyorsa yapsınlar” talimatını vermişti.
Muharrem Bey bunun üzerine, “Efendim, mühim bir mesele var... Hocam Müslüman idi fakat gizli tutuyordu. Bu sırrı bendenize tevdi etmiş, vefatından sonra buna göre muamele edilmesini arzu etmişti” diye cevap verdi. Başhekim, yüzü karmakarışık şekilde, “Nereden çıktı şimdi bu? Bunca yılın Ermeni Leon Efendisi mi Müslümandı?” diye biraz da sinirli bir şekilde itiraz etti. Ancak tam o sırada müthiş bir şey oldu ve başhemşire söze karıştı: “Efendim, bu gencin söylediği zannımca doğrudur. Çünkü ben son anlarında yanındaydım, bu adamcağız defalarca Kelime-i Şehadet getirerek son nefesini verdi.” Bu teyid karşısında bir süre suskun kalan başhekim, hükmedici bir tonda şunları söyleyecek ve konuyu kapatacaktı: “Şimdi durup dururken ortalığı karıştırmanın bir âlemi yok. Müslüman olarak ölmüşse Allah indinde nerede yattığı önemli değil, nasılsa ona göre muamele görür. Kiliseye haber verilsin, gerekeni yapsınlar!” Öyle yapıldı ve son nefesini Müslüman olarak veren Leon Efendi, Bakırköy Ermeni Kabristanı’na defnedildi. Leon Hancıyan’ın, kaderin garip bir tecellisiyle, başka bestekârlardan naklettiği binlerce esere mukabil, sayısının yüzlerce olduğu bilinen kendi eserlerinden ancak 40 kadarı Türk musikisi repertuvarına ulaşabildi.
Yazar: Mehmet Güntekin