Dergimizin bu sayısında uzun yıllar iş hayatındaki başarılı çalışmalarının yanı sıra yaptıkları ve halen yapmaya devam ettikleri ile hepimize örnek olacak kıymetli üyemiz Dr. Meral Aybay Hanımefendi ile gerçekleştirdiğimiz sohbeti sizlerle paylaşıyoruz.
Meral Hanım sizi tanıyabilir miyiz?
İstanbul doğumluyum. Çengelköy’ün eski ailelerindeniz. Babam, amcalarım, teyzem, dayım ve bizler… Hepsi Çengelköy’de doğmuş, büyümüş. Babamın babası da, annesi de İstanbul’a Bulgaristan’dan göç etmişler. Dedemin doğduğu yer, Bulgaristan’ın güneydoğusunda bulunan İslimye adında bir köy. Bağlık, bahçelik, bol akarsuları olan, meyveleri ile meşhur bir yermiş. Balkan Dağları eteklerinde bir yer. I. Murat zamanında Rumeli uç beyleri tarafından kurulmuş. 15.yy başlarında Müslüman nüfus artıyor. Camiler ve mescitler çoğalıyor. O devirde 12 mescit varmış. Müslüman, Hristiyan, Ermeni ve Musevi olarak karma bir nüfus yaşarmış. Dedemin Çengelköy sırtlarında bir bağı vardı. Gözleri bağlı bir atın çektiği su ile meyve ve sebzeler sulanır, evimizin geçimi sağlanırdı. Bağın bir bölümü ünlü bir çiçekçi olan Sabuncakis’e kiralanırdı. O bölüme biz giremezdik. Orada glayöl çiçeği ve mis kokulu karanfiller yetişirdi. Rahmetli annem ev kadınıydı, memur olan babam ise sonradan özel bir iş yerinde ortak olarak çalışmıştı. Dört çocuklu bir ailenin tek kız evladı olarak biraz şımartıldım diyebilirim.
Öğrenim hayatınızdan bahsedebilir misiniz?
Ben ilköğrenimi Çengelköy 28. İlkokulunda gördüm. Tek katlı, tuvaletleri bina dışında olan bir okuldu. Okula sefer tası içinde öğle yemeğimizi götürürdük. Evimiz okula uzaktı. Şimdiki gibi servis yoktu, yürürdük, her yere yürüyerek giderdik. Bir tek İstanbul’a vapurla inerdik. 1947 yılında annem Kandilli Kız Lisesine kaydımı yaptırdı. Burası aslında Padişah II.Mahmut’un kızı Adile Sultan için yaptırılmış bir saraydı. Okulun üst katını henüz görmeden alt kattaki büyük aynalara hayran olmuştum. Altın yaldızlı aynalar. Burası benim okulumdu.
Orta 1 ve 2’yi gündüzlü öğrenci olarak okudum. Orta 3’te babamın işi dolayısıyla Bakırköy’e taşındık. Benim okuldan alınmam söz konusu oldu. Karalar bağladım. Sonra ailem beni kendi okulumda yatılı okutmaya karar verdi. Benim üzülmeme gönülleri razı olmadı. Ömrümün en güzel günlerini Kandilli Tepesi’ndeki bu sarayî okulda geçirdim. Bize çok değerli hocalar ders verdi. Okulun manzarası, korusu, erguvanları, güneşin doğuşu, batışı inanılmaz güzeldi. Yatakhanemiz Adile Sultan’ın büyük toplantı salonundaydı. Biz buradan 1954 yılında mezun olduk. O zaman liseyi 3 sene yerine 4 sene yapmışlardı. Deneme için bir uygulamaydı. Bizler o yıl mezun olduğumuza neredeyse sevinemedik. Okulumuzdan ve birbirimizden ayrılmak zor gelmişti bize. Liseden sonra üniversite için benim isteğim, Siyasal Bilgiler Fakültesinde eğitim görmekti, ama benim o yıllarda bu eğitim için Ankara’ya gitmem gerekiyordu. Bu da mümkün olmadı. İmtihanı zor, yüksek puanlı yer olan Diş Hekimliğini seçtim. Üniversiteden 1959 yılında mezun oldum. Aynı yıl Yüksek Denizcilik Okulunu bitirerek kaptan olmuş ve Hukuk Fakültesi 2. sınıf öğrencisi Gündüz Aybay ile evlendim. Engin adında bir oğlumuz bulunmakta. Taksim Cumhuriyet Caddesi’nde çok şık, ev havasındaki muayenehanemde uzun yıllar çalıştım. Mutluydum, çok insanla tanıştım. Hastalarımla dostluk içinde hasta-doktor ilişkisi kurmuştuk. Çelik Gülersoy da çok değerli dostumuzdu, aynı zamanda hastamdı. İstanbul’u güzelleştirmek, tarihi dokuyu görünür kılmak için ne çok çaba göstermişti. Çok titizdi, bize güncel hikâyeler anlatırdı. Eşimin ve kardeşlerinin de yakınıydı.
Yaşadığınız İstanbul’dan bahsedebilir misiniz?
Biz İstanbulluyduk. Ama o zamanlarda esas İstanbul vapurla gidilen, şehrin merkez bölümüydü. İstanbul’a öyle her an gidilmezdi. Bayramlarda, önemli alışverişlerde ya da Fatih, Nişantaşı gibi semtlerde oturan yakınlarımızı ziyaret etmek için İstanbul’a inilirdi. O aksiyonun tam ismi de “İstanbul’a gidiyorum.” ya da “İstanbul’a iniyorum.” idi. Yani biz köy ahalisiydik. Mahalle halkı ile akraba gibiydik. Bu durum Anadolu’dan göçler başlayana kadar devam etti. Mahallemizin az ilerisinde Rum Mahallesi vardı. Rumlar akşamüstü evlerinin önünü temizler, masalar ve iskemleler yerleştirirlerdi sokağa. Kimi mandolin, kimi akordeon çalar, bizler de bazen onların karşısında durur, seyir yapardık. Şimdilerde mahallemizi, komşularımızı, o zamanki ilişkileri, ailemizi anlatan kısa hikâyeler yazıyorum. İstanbul’u hala çok seviyorum. Bu yaşımda bile gezecek görecek değişik bir yerini buluyorum.
Neler yapmaktan hoşlanırsınız?
Aktif olarak çalıştığım dönemde de şimdi de değişen bir şey olmadı hayatımda. Çalışmaya halen devam ediyorum diyebilirim. Eskiden beri yerinde duramayan biriyim. 2018 yılında 2001’de kaybettiğim eşim Avukat, Kaptan Gündüz Aybay için 70 dakikalık bir film yaptık. Eşimin yaptıkları, yazdıkları, kişiliği, çevresi ile olan ilişkisi, kitapları, Boğazlar konusundaki düşünceleri, Montrö konusundaki çalışmaları… Ve daha pek çok çalışması… Örnek bir insan olması sebebiyle özellikle gençlerin böyle bir insanı tanımalarını isterim. Öğrenecekleri, ders alacakları pek çok husus var filmin içinde. Filmin Paseidon Haykeli, Yunanistan, 2008 adı “Denizlerimizin Hukukçu Kaptanı”, öğrencilerin izlemesini tavsiye ederim.
1967 yılından beri Uluslararası Soroptimist Örgütünün üyesiyim. Marmara Soroptimist Kulübü kurucusuyum. Bizler, insan haklarını ve kadının toplumdaki konumunu yükseltmek için çalışan meslek sahibi kadınlarız. Özellikle öğrencilerle yakın ilişki içinde olup, konusundaki uzman kişilerle onları buluşturuyor, gelecek konusunda farklı deneyimler kazanmalarına imkân sağlamaya çalışıyoruz. Bu yüzden Turing’in öğrenciler için yaptıkları benim nazarımda ayrı bir anlam taşıyor. Kişinin kendisi ya da yakınları dışında başka kimseler için bir şeyler yapmaya çalışması büyük haz, mutluluk. Dokunduğunuz insanların gözündeki o enerjiyi görmek, kalplerindeki sevgiyi hissetmek, başarılarıyla gururlanmak tarifi imkânsız duygular. Kandilli Kız Lisesinden mezun olduktan yıllar sonra koru içine yeni bir okul binası yapıldı. 1970-1971 ders yılında eğitim bu binada başladı. Saray; yatakhane, revir, depo gibi hizmetler veriyordu. Adile Sultan Sarayı, 7 Mart 1986’da yandı ve dört duvar halinde kaldı. 1995 yılında kurduğumuz Kandilli Kız Lisesi Kültür ve Eğitim Vakfı/KANKEV olarak sarayın restorasyonunu yaptırdık ve binayı eski görkemli haline getirdik. Bizlere verdiği büyük maddi destek için Sayın Sakıp Sabancı’yı daima sevgi ve saygıyla anıyoruz.
Alt katta “Anı Odası” adını verdiğimiz bir çekirdek müze oluşturduk. Neticede sarayı tamamlaya doğru bilgi ve görsellerle hazırlanan bir mekân çıktı ortaya. Birlikte çalıştığımız arkadaşım şimdi İstanbul dışında olduğu için müze ile ben ilgileniyorum. Seviyorum bu işi, genç arkadaşlara örnek olmak hoşuma gidiyor. Bir şeyler öğrendikçe bilgimin azlığını hissediyorum. Şimdilerde okulumuzdan mezun pek çok öğrenciye burs imkânı sağlıyoruz.
Tüm bunların dışında bir de fotoğrafçılık merakım var. Aslında merak deyip geçmemek lazım. Bence herkesin işi dışında en az bir uğraşı olmalı. Spor, müzik, güzel sanatların farklı kolları ve istenirse daha neler neler… Hâlâ fotoğraf çekmeye devam ediyorum, fotoğraflarımla çok sayıda ortak sergilere katıldım. Zaman çok kıymetli, maalesef hızla akıp geçiyor avuçlarımızdan. Yaşamaktan, öğrenmekten, öğretmekten, sevmekten, iyilikten asla vazgeçmeyelim, çünkü bir tek onlarla zamana meydan okuyabiliriz.
Sohbeti, nezaketi ve zarif misafirperverliği için Meral Aybay Hanımefendi’ye teşekkürlerimizi
sunar, kendisine sağlıklı, hayırlı ömürler dileriz.
Tülay Taşdemir