Viyana

Gözümüzün Kaldığı Şehir

Güneş yavaş yavaş kaybolurken ufukta Avusturya’nın başkenti Viyana’dayız. İlk durağımız, Türkiye Turing ve Otomobil Kurumunun da destek verdiği “16. Yüzyıl Dâhisi Matrakçı Nasuh” proje sergisinin açılışı. Sergi, Bosna, Belgrad, Antalya ve İstanbul’un ardından Hofburg İmparatorluk Sarayı’ndaki Viyana Sanat Tarihi Müzesi’nin bir bölümü olan Efes Müzesi’nde sanatseverlerin beğenisine sunuldu. Biz de açılışa katılarak bir kez de Viyana’nın ev sahipliğinde ve bu ihtişamlı müzenin muazzam atmosferinde gezdik sergiyi. Ardından akşamüstünün kızıl güzelliğine bürünen şehrin geniş caddeleri ve hareketli sokaklarında küçük bir tur attık.

Ertesi gün, pırıl pırıl bir havada erkenden çıktık yola. Doğanın en güzel renkleriyle bezenmiş bu kentte, yemyeşil ormanların içinden devam eden yolumuz Kahlenberg Tepesi’ne, bir diğer adıyla Alaman Dağı’na götürdü bizi. Kuşbakışı görüntüsüyle karşımıza çıkan şehir, güzelliğini puslu havanın ardına gizlemişti ne yazık ki. Öyle de olsa, şehrin kuzeyinde kalan ve yanı başından akıp geçen Tuna Nehri’ni görmek bile yetti bize. Viyana’yı bir süre, bu stratejik noktadan seyrederek, geçmiş zamanın içinde bulduk kendimizi. “Tuna, Osmanlı Türklüğünün bağrından akar, bu tarihi neresinden dinlerseniz onun çağıltısını duyarsınız.” dediği gibi Falih Rıfkı Atay’ın… Osmanlı Ordularının ilk defa 1529’da kuşattığı fakat alamadığı şehri, uzun bir bekleyişten sonra 1683 yılında ikinci defa kuşatan Merzifonlu Kara Mustafa Paşa, çadırını bu mevkiye kurmuş. Fakat Polonya Kralı Jan Sobieski komutasındaki kuvvetlerin Avusturya ordusuna yardıma yetişmesiyle II. Viyana Kuşatmasından da bir sonuç alınamamış.

Kaderi bu talihsiz bozgun üzerine kurulan Merzifonlu, aldığı yenilginin bedelini hayatıyla ödemiş. Avusturyalılar ise şehrin kurtuluşu üzerine St. Joseph Kilisesi’ni inşa etmişler bu tepeye. Kilise’nin duvarında şehri Osmanlı’dan kurtaran Jan Sobieski anısına yaptırılan bir şükran tabelası da bulunuyor. Bir zamanlar atalarımızın sahip olmak uğruna büyük mücadeleler verdiği, fakat bir türlü fethedemediği bu topraklarda, geçmişi şu mısralarla ve hüzünle yâd edelim biz de: “Alaman Dağı’ndan beri geçmiştir / Engerus ilinden yollar açmıştır / Analar ağlatmış kanlar içmiştir / Söylemeye yoktur dili Tuna’nın...”

Avrupa’nın savaş tarihine ait koleksiyonlarının yanında II. Viyana Kuşatmasından kalan Osmanlı tarihine ait objelere de ev sahipliği yapan Arsenal Askeri Müzesi’ne çeviriyoruz rotamızı. Şehrin her köşesine yayılan estetik, burada da hayat bulmuş adeta. Osmanlı’ya ait sancak, kılıç, top, tüfek gibi pek çok objeyle birlikte Petervaradin Savaşı’nda ganimet olarak Avusturyalıların eline geçen gösterişli bir Osmanlı çadırı da sergilenenler arasında.

Viyana’nın en önemli tarihi yapılarından 17. Yüzyılda Savoy Prensi Eugen tarafından yaptırılmış ve bugün müze olarak ziyarete açık olan Belvedere Sarayı’nın eşsiz güzellikteki bahçesini gezdikten sonra, Habsburg Hanedanı’nın yazlık saray olarak kullandığı Schönbrunn Sarayı’na geçiyoruz. Sultan Abdülaziz’in de Avusturya’yı ziyareti sırasında kaldığı bu saraydan etkilenmemek elde değil. Her bir oda bambaşka bir güzelliğe, başka bir dünyaya açıyor kapılarını. Yemyeşil bahçesi de içerisi kadar hayran bırakıyor bizi kendine. Çeşmeler, heykeller, havuzlar, botanik ve hayvanat bahçesi, renkli çiçekler, bitkiden yapılmış labirent ve daha birçokları bu bahçenin içinde karşılıyor ziyaretçilerini. Tamamını gezecek fırsatımız olmadı tabii.

Fakat en tepedeki Zafer Takı Gloriette’yi görmeden olmaz diyerek yürümeye başladık. Güneşin yakıcı sıcağı altında tırmanırken zirveye, fazla yorulmuş olacağız ki kendimizi bir ağacın gölgesinde, çimlerin üzerine bıraktık. Ilık rüzgâr eşliğinde manzaraya karşı bir süre uzandık öylece. Bu kısacık moladan sonra devam ettik yolumuza.

Zirveye ulaşınca ise tüm yorgunluğumuzu unutturacak güzelliğiyle saray ve onun ardındaki şehir, arz-ı endam ediyordu karşımızda. Kısaca; muhteşem mimarisi, tarihsel önemi ve görkemli bahçesiyle Viyana’nın en güzel yapısı denilebilir Schönbrunn Sarayı’na.

Sonraki durağımız Viyana’nın ünlü Hundertwasser Evi oluyor. Burası Avusturyalı sanatçı Friedensreich Hundertwasser tarafından tasarlanan ve Joseph Krawina ile Peter Pelikan adlı iki mimarın inşa ettiği sıra dışı bir apartman. 250 adet ağaç ile yeşillendirilen, asimetrik çizgilere sahip ve dış yüzeyi rengârenk olan bu sanatsal yapının fotoğraflarını çektikten ve Hundertwasser Village Pasajı’ndan alışveriş yaptıktan sonra tekrar Viyana sokaklarına geçiyoruz.

Her biri ayrı bir zarafet örneği olan saraylar, müzeler, kiliseler ve opera binalarından gözlerimizi alamıyor, şehir turu yapan at arabalarına rastladıkça Orta Çağ Avrupa’sında, sanatla tarihin iç içe geçtiği nostaljik bir yolculuk yapıyormuş hissine kapılıyoruz. Ünlü Karntner Caddesi’nden yokuş aşağı inerek şehrin kenarından sessiz sedasız akıp geçen Tuna Nehri’nin kanallarına ulaşıyor, burada fotoğraf molası veriyoruz. Şehrin kalbi olarak nitelendirilen Stephansplatz Meydanı’yla yolumuza devam ediyoruz sonra. Stephansdom Katedrali devasa büyüklüğü, II. Viyana Kuşatmasının ardından Osmanlı’dan kalan topların eritilmesiyle üretildiği söylenen Çanı, yeşil, sarı ve beyaz renklerden oluşan Çinili Çatısı ile çekiyor dikkatimizi.

1679’daki büyük veba salgınında hayatını kaybedenler anısına dikilmiş olan ve Avusturya’nın birçok şehrinde benzerlerine rastlayabileceğiniz Veba Anıtı’nın da bulunduğu Graben Caddesi’ne doğru yürüyoruz. Viyana’nın simgelerinden olan anıtın yanında alışveriş mağazaları, butikler, restoranlar ve sokak sanatçılarının bulunduğu caddede tanıdık ezgiler çalınıyor kulağımıza bir ara. Sese yönelince Anadolu’nun bağrından kopmuş gurbetçi bir vatandaşımızın banka oturmuş, bağlama çalarak türkü söylediğini görüyoruz. Önce şaşırıyor sonra gülümsüyoruz bu manzaraya. Keyifle eşlik ediyoruz memleketimizin türküsüne biz de. Yüzümüzde kalan tebessümle devam ediyoruz yolumuza.

Ardından ihtişamlı opera binasının önünde duraklıyoruz. İçeri giremeyen fakat açık alanda oturarak binanın dış cephesine kurulan ekrandan Don Kişot Balesi’ni izleyen kalabalığın arasına karışıyor, onlarla birlikte gösteriyi izliyoruz bir süre. Sanatın başkenti diyebileceğimiz bu sakin ve huzurlu şehirde keyifli bir akşam daha geçiriyoruz böylece. Sanat demişken Klasik Batı Müziğinin dehası kabul edilen Mozart da, bıraktığı derin izlerle Viyana’nın hemen her yerinde. Bestelenmiş en güzel müzik eserlerine ve senfonilere ilham olan bu kentte, heykelleriyle birçok yerde size eşlik eden Mozart’ın, müzeye dönüştürülmüş evi de görülmesi gereken yerler arasında.

Avusturya tarihine damgasını vurmuş meşhur Kraliçe Elizabeth, yani Sisi de saray ve müzelerde dillere destan güzelliğini görebileceğiniz tabloları, eşyaları ve hazin hikâyesiyle çıkıveriyor karşınıza. Kısaca; tarih, müzik, sanat ve mimari nakış gibi işlenmiş bu şehre adeta. İşte böyle güzelliklerle dolu Viyana.

Yazı : Begüm Yavaş

Fotoğraf: Bülent Katkak


Turing Kültür Sanat YouTube Kanalı

Turing Kültür Sanat YouTube Kanalı
crosschevron-down